Translate

29 Ağustos 2016 Pazartesi

Büyük Gün: Selim Bey'le randevu! (birinci bölüm)

Akşam, Selim Bey için oluşturduğum dosyaya bir göz gezdirdikten sonra yattım. Ancak, bir türlü uyuyamadım. Dosyayı elimden bırakmıştım ancak yarın akşamki buluşma bende gerilim yaratıyordu. Gece üçe kadar yatakta debelendikten sonra, uykum iyice kaçmıştı. Kalktım bir sigara yaktım, dolapta bira kalmamıştı. Biraz alkol, uykumun gelmesine yardımcı olabilirdi oysaki. Sonra dolapta, mantarı önceden açılmış ve yarıya kadar geri sokulmuş bir şarap şişesi gördüm. Şarap çok sevdiğim ve tercih ettiğim bir içecek değildi, ancak başka seçeneğim de yoktu. Şarap bir kadınla içilirse güzeldi sadece benim için. Şarabın verdiği romantizmi kanalize edecek bir alanım yoktu. Şişeyi elime aldım, açmak üzereyken aklıma geldi, şarap bozulmuş mudur? Başka zaman olsa önemsemezdim ama akşama önemli bir görüşmem vardı ve sağlıklı olmalıydım. Hem uykumu da almış olmalıydım ki iki duble rakıdan sonra sohbetin tadına varabileyim. Bunları düşünmek anksiyetemi arttırıyor ve uyumamı daha da güçleştiriyordu. Şarabı aldım, dolabın kapağını kapatıp mutfak masasına oturdum, sigaram küllükte hala yanıyordu ve bitmek üzereydi. İki nefes daha çekip söndürdüm. Telefonumdan google'a şarap bozulur mu yazdım. Aynı soruyu bir sürü insan sormuş demek ki, onlarca sonuç çıktı. Güvenilir bulduğum bir tanesine tıkladım. Basit bir soruya herkes nasıl bu kadar farklı cevaplar verebiliyor anlamak güç doğrusu! Bozulur / Bozulmaz / Tadı değişir / Tadı değişir ama bozulmaz / Açtığın anda içeceksin yoksa mefta olur / Yanında kaşar iyi gider / Gazozla içersen bir şey olmaz / Dolaba koyulmaz.
Telefonu bırakıp çekmeceden tirbuşonu aldım elime, sonra ona ihtiyacım olmadığını fark ettim. Mantarı sağ sol yapıp şarabı açtım. Sanki anlıyormuşçasına kokladım, şarap kokusundan başka rahatsız edici bir koku yoktu, şişeyi tepeme dikip sağlam bir yudum aldım, bir yudum daha, bir yudum daha, derken elim masanın üzerindeki dosyaya gitti, Selim Bey'in dosyası. Şarap yavaş yavaş kanıma geçmeye başlamıştı sanırım. Dosyayı incelemek daha eğlenceli gelmeye başlamıştı. Sabah ezanının sesine ayıldım biraz, saat beş buçuk olmuş! Uyumam gerek, uyanmam da gerek, uykumu almam da gerek. Bugün randevum var mı hiç bilmiyorum. Apartman görevlisine mesaj attım, "Selman efendi sabah ben gelemeyeceğim, benim ofisin kapısına mazeret yazısını yapıştırır mısın". Adına nedense mazeret yazısı dediğimiz, pvc kaplama bir metin vardı. İşe gidemeyeceğim zamanlarda Selman Efendi'ye söyler kapıya astırırdım onu.

"Birtakım işlerim nedeniyle dışardayım. Apartman görevlisine not bırakabilirsiniz ya da arayabilirsiniz. Apt. Gör. Selman: 05413143062 "

Selman efendi, enteresan bir insandı. Dışardan bakan biri için, basit, kafasının çalışıp çalışmadığı önemli olmayan, belli görevleri ve komutları yerine getirmesi yeterli olan bir insandı. Ama çok açık etmediği meziyetleri vardı. Yıllarını verdiği apartmandaki meziyetlerini, Selman Efendi bir haftalığına köyüne gittiğinde fark etmiştik. Apartman yöneticisi, Selman Efendi'ye izin vermiş, yerine profesyonel bir şirketten eleman almıştı. Yerine gelen genç çocuk, Selman Efendi'nin yaptığı her şeyi yapıyordu. Çöpleri alıyor, merdivenleri siliyor, posta kutusunda biriken mektupları, faturaları ofislere dağıtıyor üstelik bunların hepsini Selman Efendi'den daha hızlı, daha istekli yapıyordu. İlk birkaç gün neredeyse sevinmiştik Selman Efendi'nin gitmiş olmasına. Ama işhanına giren insanların karşısına, Selman Efendi gibi birinin çıkması hepimiz için harikulade bir şeydi. Selman Efendi istenmeyen davetliler için sağlam bir duvar, özel misafirler için hoş bir karşılayıcıydı. Örneğin üst dairedeki inşaat mühendisinin obsesif bir müşterisi vardı, iki günde bir gelir, mühendise illallah ettirirdi. Sürekli işe müdahale eder, mühendisin yahu bir bitirelim de ondan sonra düzelteceğin yer varsa düzeltiriz demesine hiç aldırmazdı. Selman bey, eğer mühendis iyi gününde değilse ne yapar eder müşteriyi kapıdan çevirmeyi başarırdı. Soranlara da işhanının huzuru kaçmasın, huzur kalmazsa bereket de kalmaz derdi. 
Bu not da Selman Efendi'nin meziyetini gösteriyordu. Bir sabah fena halde akşamdan kalmayken alarmın sesiyle gözümü zar zor açıp uyanmaya çalıştım. Uyanmak, kalkmak, işe gitmek feci halde zor geldi bana. Ne yapacağımı düşünürken Selman Efendi'yi aramak geldi aklıma. Selman Efendi ben bugün öğleden sonra geleceğim, rahatsızım biraz, haber vereyim dedim. Peki gelenlere ne diyelim beyim? dedi. Bilmiyorum kapıya bir not falan asıver işte, dedim. Bu notun hikayesi bu. İlk bakışta bana da çok sıradan gelmişti. Ama mesajını, kimseyi küstürmeden ve açık kapı bırakarak ve gizemini koruyarak vermesi Selman Efendi gibi birinden bekleyebileceğiniz bir davranış değildi.

 Selman Efendi'ye mesaj attığımda biliyordum ki o mesaj okunacak ve gereği yapılacak. O nedenle rahatça uyuyabilirdim artık. Yarım şişe şarabı bitirmiştim. Romantik bir uyku çekebilirdim artık! Mutfağı olduğu gibi bırakıp yatak odama geçtim, soyundum ve yattım. Alarm kurmalıyım diye geçirdim içimden. Saat altıydı ve akşam rakı içecektim, o halde uykumu almalıydım. 8 saat uyusam öğlen 2'ye tekabül ediyor. Gündüz uykusu 8 saat yeter mi bana? Tabi ki yetmez. O halde, alarmımı öğleden sonra 4'e kuruyorum, telefonumu uçak moduna alıyorum ve yatıyorum.


Saat 2'de kendiliğimden uyandım. Uykumu almış hissediyordum. Mutfağa gidip dolabı açtım, yaklaşık bir dakika boş boş baktıktan sonra dolabı neden açtığımı unuttum, kapattım. Mutfak masasının üzerinden bir tane sigara alıp yaktım, o sırada ne kadar susamış olduğumu fark ettim. Buzdolabını açtım, su şişesini aldım, ağzıma dayayıp nefesim yettiğince içtim, kısa bir nefes molasından sonra, biraz daha içip şişeyi geri koydum. Şarap susatmış olmalıydı. Suyu içtikten sonra sigaramı, bıraktığım küllükten alıp mutfak balkonuna çıktım. Sigaram bitmemişti ki çok uykum olduğunu fark ettim. Sigaramı bitirip yatağa geri döndüm, komidinin üzerindeki telefonu elime alıp alarmları kontrol ettim, hepsi kurduğum gibi duruyordu. Telefonumu uçak modundan çıkardım ki, alarmları duyamayıp ya da susturup uyuyakalırsam birileri arayınca uyanırım diye. Tekrar uyanmam telefon çalmasıyla oldu. Neyse ki alarmmış. Bir an, korktuğum başıma geldi diye korktum. Telefonda birkaç cevapsız arama, birkaç mesaj vardı, baktım içlerinde Selim Bey var mı diye, yoktu. Kalktım, duş aldım ve çıktım evden. Ofise geldiğimde saat 6'ya geliyordu. Selman Efendi'yle merdivende karşılaştım, selam verip geçtim, acelem vardı çünkü. Gelen giden olsaydı Selman Efendi mutlaka söylerdi bana, sormama gerek yoktu. Çay ocağını arayıp çift kaşarlı tost ve ayran söyledim. Hay Allah Selim Bey'i aramalıydım! Önce tostumu yesem daha iyi olur diye düşündüm ve dosyayı bu sefer notlar alarak gözden geçirmeye koyuldum.

Bu işi başarırsam, daha geniş bir ofiste, randevularımı ayarlayan sekreterimle çalışabilirdim. Sosyal ortamlarda yaşam koçluğuna dair nutuklar atabilir, kendimi takdim ederken "yaşam koçu Asım Montelukast" diye övünebilirdim. Peki başaramazsam? Yerel gazetelere reklam vermeye devam! Montelukast Danışmanlıktan Büyük Başarı! Öğrencilerimiz en iyi üniversitelere yerleşti. Tam sayfa olsa daha fazla dikkat çeker sanırım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder