Translate

8 Eylül 2016 Perşembe

Pazartesi Sendromu

Ofise gitmek üzere evden çıktım. Pazartesi sabahıydı. Ofisle ev arası mesafe yürüme 15 dakika olduğu ve yürümeyi sevdiğim için çoğunlukla, işe giderken araba kullanmıyordum. Hem park yeri kapma stresinden de kurtarıyordu beni. Deniz kenarı, sahil havası güne güzel başlamama yardımcı oluyordu. 

Çoğu insan gibi, pazartesileri ben de sevmem. Ama çoğu insanla aynı nedenden ötürü değil! 

Evden işe giderken mutsuz insan kalabalığının içinden geçiyorum. Mutsuzluğun içinden geçmek hiç de iyi bir şey değil. Çalışanlar, öğrenciler haftasonuna sığmamış yaşamlarının hayalkırıklığıyla bu kalabalığın içinde zorunda oldukları yere doğru giderler. Emekliler, çiftçiler, köylüler.. Onlar da bu kalabalığın içinde. Onlar da haftasonunun bitmesini sabırsızlıkla beklemiş, resmi işlerini halletmek için pazartesi sabah erkenden kalkıp dökülmüşler kalabalığın içine. 
Ve kısır döngü başlar. Haftasonunun bitmesini bir an önce bekleyip koştura koştura kamu dairelerine giden kalabalık, haftasonunun bitişini henüz tam kabullenememiş memurun karşısına sıralanır. Kalabalık, memurun mutsuzluğunu derinleştirir. Memur, mutsuzluğunu emekliye, çiftçiye aktarır. Onlar da başka kurumlarda çalışan başka memurlara taşır. Her pazartesi günü bu şehirde yaşayan binlerce insan birbirini boğazlamak ister. 

Bende seyrederim olan biteni. Pazartesinin hengamesi bana ekstra bir iş yükü getirmez. Çünkü bedeli devlet tarafından karşılanan bir hizmet sunmuyorum. Parası ortalamadan fazla olan bir grup insanın satın alabileceği, lüks sayılabilecek bir hizmet bizimki. Pazartesi işe gitmek, benim için, haftasonu yalnızlığından kurtulup biraz sosyalleşme misyonu da içeriyor. Toplumun öfke alışverişinden izole bir ofiste, gelene kadar doldurduğum negatif enerjiyi boşaltmaya çalışıyorum. Tabi ki solitare oynayarak. 
Sevgiyle kalın.

3 Eylül 2016 Cumartesi

haftasonu mesaisi

Haftasonları normalde çalışmam ancak Çarşamba'dan Cuma'ya kadar yatarak geçirdiğim için bu haftasonu çalışmam gerekiyor. Sabah uyandım ve telefonumdaki bütün cevapsız aramalara teker teker dönüş yaptım. Bunlardan biri de Selim Bey'di. Hastayken Selim Bey randevu için aramıştı. Kendisine durumumu anlattığımda profesyonel yardıma ihtiyacım olursa arayabileceğini belirtmişti, bende doktorlardan ve modern tıptan pek hazetmediğim için kibar bir şekilde kendi yöntemlerimle iyileşmeyi deneyeceğimi, eğer bu mümkün olmazsa kendisini arayacağımı belirtmiştim.  
Bu sabah, nöbetten çıkmış ya da çalışıyor olabileceğini düşünerek mesaj attım, "Selim Bey merhaba, iyileştim ve çalışmaya başlıyorum, müsaitseniz bugün ya da yarın görüşebiliriz". Selim Bey mesajıma aramayla cevap verdi, nöbetten yeni çıktığını, bugün, mümkünse öğleden önce gelebileceğini belirtti.  
Saat on buçuk gibi ofiste buluşmak üzere randevulaştık. 

Ofise geçtim, bugün öğleden önce başka işim yoktu, Selim Bey'i bekliyordum, biraz sonra geldi. 

Merhabalar nasılsınız faslından sonra konuya girdik. 

-Selim Bey dosyanıza göz atarak bir profil oluşturmaya çalıştım. Bu profil için neler yapabiliriz diye de düşündüm.

Selim Bey söze girdi. 
-Asım Bey özür dileyerek bölüyorum. İçinde yaşadığımız toplumun alışkanlıkları var, bizim için önceden belirlediği standartları var. Ben öncelikle ve özellikle belirtmek istiyorum, benim bununla ilgili bir problemim yok. Yani bu alışkanlıkları, standartları, mümkün olduğunca önemsemeden yaşamaya çalışıyorum hem bu uyumsuzluk benim için problem değil aksine çözüm. Benim sorun olarak gördüğüm ve farklı bir bakış açısı alarak yardıma ihtiyaç duyduğum mevzuların burdan kaynaklandığının düşünülmesi ve çözümün de burda aranması beni rahatsız ediyor. Bunu öncelikli olarak belirtmek istiyorum. Mesela, sizin dosyanızda yazan, 30 yaşında ve bekar olmam, mutsuz hissetmemin nedeni değil. Mutsuzluğuma çözüm aramak için de burda değilim. Mevcut hayatımdan maksimum verim alabilmek için bir yaşam koçuna ihtiyaç duydum. Anlatabiliyor muyum Asım Bey? 
-Daha iyi açıklanamazdı, dedim ve sustum. Aslında susmamam gerekirdi, acilen bir şeyler söylemeliydim. Çünkü susmam, kabullenmem demekti. Yani Selim Bey'i geleneksel bir kalıba sokmaya çalışıyormuşum demekti. Peki öyle değil miydi? Acilen söylemeye çalışacağım şeyler 'hatasını bastırmaya çalışan acemi' izlenimi vermeyecek miydi? Bu düşünceler kafamdan geçerken, kendimi tutamadım ve söze girdim. 
-Yaşam Koçluğu'nun ne olduğunu bilerek bu kapıdan giren ilk kişisiniz. Tabi ki birtakım önyargılarınız olması doğal. Ancak emin olun ki ben sizi anlıyor ve ne istediğinizi biliyorum. Siz akıllı bir insansınız, akıl istemiyorsunuz, müdahale istemiyorsunuz, bakış açısı istiyorsunuz. 
Bunları söylerken Selim Bey'in bakışlarındaki yumuşama, bir anda düşünmeden kurduğum cümleler sayesinde olmuştu. Demek ki doğru insandım!  
Selim Bey rahatlamış ve kıvama gelmişti. 
- Asım Bey, doğru yerde olduğumdan eminim. 
(Devamı gelecek)....

2 Eylül 2016 Cuma

Hastaydım ve amaçsızdı yaşamak, o yüzden üç gün uyudum

Birkaç gündür hasta olduğum için yatıyordum. Neyse ki iyileştim. Çok sık hastalanmıyorum ama hastalandığım zaman da yataktan çıkamıyorum. Dışardan çorba sipariş ediyorum, çorbayı içip tekrar yatıyorum. Her uyandığımda kendimi yokluyorum "iyileştim mi" diye. 
Önceki gün, hastalığımın ikinci gününde, uyandım, yavaşça kalkmaya çalıştım, her yerim ağrımaya devam ediyor, hala halsizim, kollarım yavaşça kalktı ama bacaklarım çok yorgun, kalkıp duş alsam mı? Acaba saat kaç? Hava karanlık olduğuna göre akşam olmuş olmalı. Saate bakıyorum 1. Aman tanrım gece olmuş. Kalkıp banyoya doğru yürürken başım döndü, duvarlara tutunarak yürümeye devam ettim. Birkaç defa üst üste terlemiş olmalıyım, derim nefes alamıyor, boğuluyor gibi. Duş aldım ve bornozumu giyip yatağa döndüm. Biraz daha iyiydim ama karnımın aç olduğunu hissettim. Bu iyi bir şeydi. Aç olduğumu hissetmem, iyileşmeye başladığımı gösteriyordu. En azından, enerjiye ihtiyacım var diye kendimi yemeye zorlamayacaktım hem. Ama bu saatte çorbayı nerden bulacaktım? Telefonumdan yemek sipariş uygulamasını açtım, sadece pizzacı vardı bu saatte sipariş getiren. Pizzayı düşündüm, yağını, üzerindeki malzemeleri, hasta mideme ağır geleceğini hissettim. Öyle içten hissetmişim ki ağır bir bulantı geldi mideme, öğürdüm hatta neredeyse kusacaktım. Pizzacının menüsünde çorba olduğu geldi aklıma. Çorba iyi olurdu ama  pizzacının küçük çorba porsiyonu doyurmazdı beni. 2 tane çorba ekledim sepete ancak 'restoranın sipariş limitinin altında' uyarısı geldi. Restoranın sipariş limiti 13 lira, çorbanın fiyatı 5 liraydı. 3 tane çorba söyledim ve siparişi verdim. Çorbayı getiren paketçi çocuğun hoşuna gitmemiş olacak bu durum ki suratında küçümser bir ifade vardı. Portmantonun üzerine bahşiş olarak ayırdığım bozuklukları, 3 lira falandı yanlış hatırlamıyorsam, kenara itip anapara olan onbeş lirayı verip kapıyı kapattım yüzüne. Onun bir sonraki hamlesinin apartman kapısını açık bırakmak olacağından adım gibi emindim ama kapının sert bir şekilde kapandığını duydum. Öfkesine yenik düştü neyse ki. 
Çorbaların üçünü de içtim ve bir litre civarı da su içip yattım. Yatar yatmaz uyumuşum. Tekrar uyandığımda saat sabah 6 gibiydi ve çay demleyebilecek kadar enerjim vardı. Önce tuvalete gittim, idrarımın koyu rengi beni mutlu ediyordu, vücudumdan toksinleri attığımı hissediyordum. Çay demleyip televizyonun karşısında birkaç saat geçirdim, neyse ki çizgi film saatine denk gelmişim, sonra tekrar yattım. Son çeyreğe girmiştim artık. Bir sonraki uyanışımda dışarı çıkabilecek halde olacaktım. 
Tekrar uyandım. Saat akşam 9'du. İdrarımın rengi biraz açılmıştı, toksinler bitiyordu! Halsizlik vardı üzerimde ama geçecekti biliyordum. Duş aldım kurulandım giyindim çıktım. Halsizdim, kafam zonkluyordu ama yürüyebiliyordum. Sokaklar kalabalık ve gürültülüydü. Aman tanrım, insanların ne çok enerjisi vardı! Hele şu birbirlerine vurmalı şakalar yaparak koşturan gençler.  Bu halimle bu dünyaya ait değildim. Bir esnaf lokantasına girdim karnımı doyurup eve döndüm. Döndüğümde saat 11di. Hastalık dönemimin yükünü çeken, toksinli ter kokan çarşafımı, yastık ve yorgan kılıfımı değiştirsem mi diye düşündüm, ama üşendim. Soyunup girdim yatağa, yorganı kendi parçammış gibi hissediyordum. Sıkıca sarıldım yorgana, kokusunu içime çekerek uyudum. Bu son hasta uyuyuşumdu, uyandığımda her sağlıklı insanın sahip olduğu enerjiye sahiptim. Artık topluma uyum sağlayabilirdim. 

Uyandım ve şimdi burdayım evet iyileştim. Tekrar merhaba ! 

29 Ağustos 2016 Pazartesi

Büyük Gün, Selim Bey'le randevu (2.bölüm)

Telefonum çaldı. Rehberimde kayıtlı olmayan bir numara arıyordu.
-Buyrun
-Asım Bey?
-Benim buyrun
-Merhabalar Asım Bey, Selim ben, hatırladınız mı?
-Merhaba Selim Bey, esasen ben de sizin aramanızı bekliyordum, dalmışım biraz kusura bakmayın.
-Estağfurullah efendim, ne demek, siz kusura bakmayın, geciktim biraz aramakta. Planınızda bir değişiklik yoksa saat 8 için Marina Restoranda rezervasyon yaptırdım, Marina'yı biliyorsunuz değil mi?
-Evet biliyorum, herhangi bir değişiklik yok, sözleştiğimiz gibi.
-O halde akşam görüşmek üzere.
-Görüşmek üzere Selim Bey, teşekkürler.
Telefonu kapattım, tam olarak bir saatim vardı. Restoranın yerini biliyordum ama tercih ettiğim bir yer değildi. Yabancılık çekecektim yani! Eve geçip duş aldıktan sonra restorana gittim. Saat tam 8'de ordaydım. Kapıda duran görevli hoşgeldiniz, buyrun efendim, rezervasyonunuz var mıydı? diye sordu. Ben o sırada kapıdan görüldüğü kadarıyla mekanı kesiyordum. Bir yandan kapıdan içeriye doğru giriyor bir yandan da görevli gence cevap veriyordum. Henüz Selim Bey'i görememiştim. Evet, Selim Bey'le buluşacaktık, dedim. Görevli genç Selim Bey'i tanıyor olacak ki, başka soru sormadan, beni doğrudan Selim Bey'in masasına yönlendirdi. Hay Allah! Gözümün önündeymiş halbuki!

Selim Bey'in masasına yürüdüm, selam verdim, tokalaştık, oturdum. Şef garson olduğunu sandığım orta yaş, kilolu bir adam, siparişleri almak üzere geldi. Güleç yüzlü, sempatik bir adamdı. Böyle mekanların vazgeçilmezlerinden. Elinde kağıt kalem olduğu halde Selim Bey'e dönerek,
-Misafirimiz geldi sanırım, başka gelecek var mı doktor bey, alalım mı siparişleri?
-Hayır iki kişiyiz dedi Selim Bey.
-Rakı içiyoruz değil mi dedi ve onaylatmak üzere bana da kısa bir bakış attı.
-Evet tabi ki dedim.
Garson önce bana sonra Selim Bey'e bakıp, o zaman ellilik getiriyorum, uygun mudur efendim?
-Sen işini bilirsin şefim, dedi Selim Bey.
-Meze ne getirelim? Dolaptan seçmek isterseniz ben yardımcı olayım.
Selim Bey bana baktı, bende bir hareketlenme göremeyince garsona dönüp:
-Şefim hiç kaldırma bizi, Asım Bey'e soralım sonra eksik kalırsa ben tamamlarım dedi.
-Peynir, tereyağlı karides, ahtapot, zeytinyağlı mümkünse, acılı ezme varır, bir de varsa girit ezmesi. Peynir hariç her mezeden sonra garsona bakıp onay alıyordum. Sanırım bu kadar yeter deyip, bir bakışla Selim Bey'e pasladım mevzuyu.
Selim Bey hafif gülümsedi, onaylar bir bakış attıktan sonra garsona dönüp
-Şefim, şakşuka, barbunya, biber borani, bir de otların üzerine sarımsaklı bir sos yapıyorsunuz ya ondan alalım. Şimdilik yeter sanıyorum.
Şef bütün hepsini not aldıktan sonra önce mekanın kalabalıklığına vurgu yaparcasına etrafa sonra bana sonra da Selim Bey'e bakıp "balık ayırtayım mı efendim, kalmayabilir sonra, taze levrek var, çipura var?" Selim Bey bana baktı.
-Ben geç kahvaltı yaptım, mezeler yeterli gelir sanıyorum
-Ben de aynı dedi Selim Bey. Kısmet diyelim şefim, şimdilik rakımız mezemiz olsun yeterli.
Şef tamam efendim dedi, sonra garsona işaret yapıp yanına çağırdı, elindeki listeyi dip koçanından koparıp garsona verdi, uzaklaştı.

Rakı geldi, dolduruldu, buzlar koyuldu derken ikimizin de kendini rahat hissettiğim bir ortam kurulmuş oldu. Selim Bey bana dönüp, Asım Bey ben rakıyı şalgamla içerim, siz ister misiniz?
-Teşekkürler, benim için su ve buz yeterli oluyor dedim. 
Selim Bey garsonun işini bitirip başka bir isteğiniz var mı diye sormasını bekliyordu sanırım
- Şefim sen bana bir de acılı Şalgam getirir misin
-Tabi efendim dedi ve gitti.
Tabaklara peynirler konulmuş, rakıların buzu birazcık erimiş kaldırılmayı bekliyordu. Selim Bey ev sahibi olarak kadehini kaldırdı ve "tekrar merhabalar Asım Bey, tanışmamıza içelim"
Kadeh tokuşturup birer yudum alıp bıraktık. 

Nasıl bir konuşma olacak gerginliğindeydim. Her ne kadar tarafsız bir mekanda buluşmuş gibi olsak da ortada yeterince somut kanıtı bulunmayan bir misafir ev sahibi ilişkisi vardı. Kendimi tamamen Selim Bey'in insafına bırakmak zorunda mıydım? "Asım Bey size birkaç sorum olacak" diye bir giriş yapsa, içine gireceğim haleti ruhiye, eski karımın, annemin, babamın, müdür yardımcısının açığımı yakalamış da beni sorgulayan anılarımdakinden farksız olacaktı. Bu görüşmeyi kabul etmem bu riskleri kabul ettiğim manasına mı geliyordu? Selim Bey saçma sapan bir espri yapsa gülecektim, hüzünlü olduğunu sandığı komik bir hikaye anlatsa, ah vah yapacaktım. 

-Asım Bey evli misiniz? diye giriş yaptı. Ah bu Selim Bey, ne kibar adamdı. Soruların geleceğinden şüphe yoktu zaten, ama bu kadar beni rahatsız etmeyen bir üslupla sorulması içimi rahatlattı. 
-Hayır Selim Bey, 3 defa evlendim, 3 defa boşandım. Sözümü gülümseyerek tamamladım. Selim Bey'in de beklediğim üzere gülümsemeye eşlik etmesi gerilimimi iyice azalttı. Kötü tecrübelerimden olsa gerek bu tür konuşmalarda sürpriz tepki ihtimali beni hep korkutmuştur. 
-Hayli ilginçmiş, peki merakımdan soruyorum, nasıl tanımlıyorsunuz bu durumu?
-Evet, bugünden geriye bakınca enteresan görünüyor, "kandırıldım".
Araya espri katmak, kendi gerilimimle mücadeleni kolaylaştırıyordu. Beklenen gülümsemeler sonrası Selim Bey hafif ciddileşerek
-Hayır aslında o manada söylemedim. Şöyle ki sizin apartmanda oturan Ayşe teyzeye sorsak "Asım Bey'in üç başarısız evliliği oldu" diye tanımlar
-Aslında hepsinin ayrı öyküsü var. Ben Ayşe teyze gibi genelleme yapamayacağım, yaşayan bilir. Size anlatmaktan keyif alacağımı düşünüyorum, ancak baştan uyarayım hikaye biraz uzun, dinlemek isterseniz anlatayım. 
-Lütfen
-İlk evliliğimde gelenekselliğin etkisindeydim. Hani bir liste var ya, üniversite, askerlik, iş, evlilik, çocuk diye gidiyor. Listede sırada evlilik vardı ben de sıradan devam ettim. Çocuğu da ihmal etmeyecek kadar uzun sürdü, bu gelenekselliğin etkisinde kalmam. Ama çocuk başka bir şey, harika bir şey!

Aslında defalarca kez cevap verdiğim/vermek zorunda kaldığım bu soruyu, belki de ilk defa bu kadar istekli cevaplıyordum. Selim Bey ilgiyle dinliyordu ve bu durum anlatma isteğimi arttırıyordu. Enteresan biçimde samimi bir bağ hissediyordum şu an Selim Bey'le aramda.

-Sonra yürümedi. Zeynep için aynı değildi durum. Belki de problem buydu. O, geleneksellikle arasında kutsi bir bağ kurmuştu. Bir hedefe odaklanmıştı. Programlanmış bir makine gibi. Listeyi tamamlamış olmakla gurur duyuyor, ek görevlere geçmek için sabırsızlanıyordu. "ev alalım, yazlık alalım, daha büyük ev alalım"
Zeynep'le konuşmaya çalıştım, anlatmaya çalıştım, ikimiz için de iyi olan nedir beraber karar verelim demeye çalıştım ama çalışmakta olan bir çamaşır makinesinin kapağını açmaya çalışıyordum sanki! Programlanmıştı çünkü, tam otomatikti. Çabalarım sonuç vermedi. Hayır dedim, bu benim hayatım değil. Çocuğum üç yaşındaydı, kucağıma aldım, gözlerinin içine baktım, "istemediği bir hayatın içine sıkışmış, mutsuz bir adamın kızı olmak ister misin?" diye sordum. Sonra ayrıldık.

-Hikaye gittikçe enteresanlaşıyor. Bu hikayenin devamında iki evlilik daha var yani!
-Evet Selim Bey, evlilik fena halde bağımlılık yapıyor!
İkimiz de güldük "O halde bağımlılıklarımıza içelim" diyerek kadeh kaldırdı Selim Bey, kadeh tokuşturup sağlam birer yudum aldık rakılarımızdan. Sonra devam ettim.

-İkincisi aşk evliliğiydi. Aslında kafamda evlilik düşüncesi yokken oldu. Bir yıl aşk yaşadık Melis'le. Son derece dengeli bir ilişkimiz vardı, üstelik aşıktık. Sonra, birlikte yaşamaya başladık. Ayrı kaldığımız evlerdeki eşyaları sentezleyip yeni bir ev oluşturduk. Altı ay aynı evde kaldık. Her şey muhteşemdi. Hayatımın en güzel altı ayıydı diyebilirim. Sonra çocuk yapmak istedik. Bunun için evlenmemiz gerektiğinin ikimiz de farkındaydık. Evlilik prosedürleri biraz yıprattı bizi. Ailelerle tanışma, aileleri tanıştırma, evimiz, eşyalarımız, işlerimiz konusunda ailelerin beklentileri... Kimseyi kırmak istemiyorduk. Nasıl olsa düğün telaşı, düğün bitince herkes kendi hayatına döner diye düşünüyorduk. Ama öyle olmadı. Evlendikten sonra ilişkimize "kayyum" atanmıştı adeta. Benim ailem, Melis'in ailesi... Aramızda olup biten her şey, herkesi ilgilendiriyordu. Ne kadar işsizlermiş! Anneler babalar yetmedi, halalar, amcalar, teyzeler, dayılar girdi işin içine. Kimseyi kırmak istemiyorduk. Bu yüzden iki sülale bir olup ağzımıza sıçtı. Sonra, zaten ortada aşk falan kalmadı. Çocuk  yaşına gelene kadar dayandık ve ayrıldık.

-Yazık olmuş aşka. Peki ayrılmaktan başka çözüm yok muydu?

-Ah keşke Selim Bey. Gelinen noktada zaten başka insanlara dönüşmüştük. İnsanları ve birbirimizi memnun etme telaşı, dengeleri gözeterek yaşamak, bizi olmadığımız insanlara dönüştürmüştü. Hep gergin, hep kaygılı.. Sürekli izleniyorduk ve seyirciyi memnun etmeliydik! Birbirimize sevgiyle bakamaz olmuştuk. Bir insana başka biçimde bakmaya başlıyorsun, o da sana.. Bunun geri dönüşü olmaz sanıyorum!

Üçüncüsü ise tamamen anlaşmalı bir evlilikti. 35 yaşına gelmiş, hayatın gerçekliğini tam anlamıyla kavramış bir kadın vardı hayatımda. Selin. Birbirimizden hoşlanıyorduk. Çocuğu olsun istiyordu. Bense ilişki kavramına kaygıyla bakan bir insana dönüşmüştüm. Evlenelim, çocuk yapalım, sonra ayrılırız dedi. Dediğimiz gibi yaptık. Çocuk 2 yaşına gelince ayrıldık.

-Şimdi doğru yere geldiğimi bir kez daha anladım Asım Bey. Muhteşem bir birikiminiz var.
kahkahalarla güldük. Bu arada ikinci dubleleri bitirmek üzereydik. Selim Bey, ofisime geldiği günkü ve bu akşamın başındaki Selim Bey'le karşılaştırıldığında istediğini almış görünüyordu. Benim de kafamda sorular vardı, madem güven ilişkisi kuracaktık, sormalıydım.

-Peki siz neden bana geldiniz Selim Bey?
-Siz neden olduğunu düşünüyorsunuz?
-Tamam açık konuşayım, akıllı bir adama benziyorsunuz, akıllı adamlar genelde beni seçmez. (Son cümlemi biraz düşündüm). Genelde değil aslında, şimdiye kadar hiç seçmedi.
Selim Bey benim gülümsememle birlikte, bu sefer temkinli bir kahkaha patlattı.

-Aslında sizi bir süredir takip ediyorum. Bir arkadaşımın çocuğu size geliyormuş. Onlar anlatırken şahit oldum, ilgimi çekti ve biraz araştırma yaptım. İhtiyacım olan şeyin sizde olduğunu düşündüm. Yanılmamışım.

Cevap beni tam anlamıyla tatmin etmemişti ancak bunu ifade etmek saygısızlık olurdu. Zamana bırakalım diye geçirdim içimden.

Çocuklarımdan, eski karılarımla görüşmelerimden bahsettim sonra. Muhabbet çok güzel gidiyordu ama Selim Bey ertesi gün nöbetçi olduğu için erken kalkması gerekti. Hesabı istedik, hesabı kendisi ödemekte ısrar etti, kırmadım ben de. Sonra kahvelerimizi içip kalktık.  

Büyük Gün: Selim Bey'le randevu! (birinci bölüm)

Akşam, Selim Bey için oluşturduğum dosyaya bir göz gezdirdikten sonra yattım. Ancak, bir türlü uyuyamadım. Dosyayı elimden bırakmıştım ancak yarın akşamki buluşma bende gerilim yaratıyordu. Gece üçe kadar yatakta debelendikten sonra, uykum iyice kaçmıştı. Kalktım bir sigara yaktım, dolapta bira kalmamıştı. Biraz alkol, uykumun gelmesine yardımcı olabilirdi oysaki. Sonra dolapta, mantarı önceden açılmış ve yarıya kadar geri sokulmuş bir şarap şişesi gördüm. Şarap çok sevdiğim ve tercih ettiğim bir içecek değildi, ancak başka seçeneğim de yoktu. Şarap bir kadınla içilirse güzeldi sadece benim için. Şarabın verdiği romantizmi kanalize edecek bir alanım yoktu. Şişeyi elime aldım, açmak üzereyken aklıma geldi, şarap bozulmuş mudur? Başka zaman olsa önemsemezdim ama akşama önemli bir görüşmem vardı ve sağlıklı olmalıydım. Hem uykumu da almış olmalıydım ki iki duble rakıdan sonra sohbetin tadına varabileyim. Bunları düşünmek anksiyetemi arttırıyor ve uyumamı daha da güçleştiriyordu. Şarabı aldım, dolabın kapağını kapatıp mutfak masasına oturdum, sigaram küllükte hala yanıyordu ve bitmek üzereydi. İki nefes daha çekip söndürdüm. Telefonumdan google'a şarap bozulur mu yazdım. Aynı soruyu bir sürü insan sormuş demek ki, onlarca sonuç çıktı. Güvenilir bulduğum bir tanesine tıkladım. Basit bir soruya herkes nasıl bu kadar farklı cevaplar verebiliyor anlamak güç doğrusu! Bozulur / Bozulmaz / Tadı değişir / Tadı değişir ama bozulmaz / Açtığın anda içeceksin yoksa mefta olur / Yanında kaşar iyi gider / Gazozla içersen bir şey olmaz / Dolaba koyulmaz.
Telefonu bırakıp çekmeceden tirbuşonu aldım elime, sonra ona ihtiyacım olmadığını fark ettim. Mantarı sağ sol yapıp şarabı açtım. Sanki anlıyormuşçasına kokladım, şarap kokusundan başka rahatsız edici bir koku yoktu, şişeyi tepeme dikip sağlam bir yudum aldım, bir yudum daha, bir yudum daha, derken elim masanın üzerindeki dosyaya gitti, Selim Bey'in dosyası. Şarap yavaş yavaş kanıma geçmeye başlamıştı sanırım. Dosyayı incelemek daha eğlenceli gelmeye başlamıştı. Sabah ezanının sesine ayıldım biraz, saat beş buçuk olmuş! Uyumam gerek, uyanmam da gerek, uykumu almam da gerek. Bugün randevum var mı hiç bilmiyorum. Apartman görevlisine mesaj attım, "Selman efendi sabah ben gelemeyeceğim, benim ofisin kapısına mazeret yazısını yapıştırır mısın". Adına nedense mazeret yazısı dediğimiz, pvc kaplama bir metin vardı. İşe gidemeyeceğim zamanlarda Selman Efendi'ye söyler kapıya astırırdım onu.

"Birtakım işlerim nedeniyle dışardayım. Apartman görevlisine not bırakabilirsiniz ya da arayabilirsiniz. Apt. Gör. Selman: 05413143062 "

Selman efendi, enteresan bir insandı. Dışardan bakan biri için, basit, kafasının çalışıp çalışmadığı önemli olmayan, belli görevleri ve komutları yerine getirmesi yeterli olan bir insandı. Ama çok açık etmediği meziyetleri vardı. Yıllarını verdiği apartmandaki meziyetlerini, Selman Efendi bir haftalığına köyüne gittiğinde fark etmiştik. Apartman yöneticisi, Selman Efendi'ye izin vermiş, yerine profesyonel bir şirketten eleman almıştı. Yerine gelen genç çocuk, Selman Efendi'nin yaptığı her şeyi yapıyordu. Çöpleri alıyor, merdivenleri siliyor, posta kutusunda biriken mektupları, faturaları ofislere dağıtıyor üstelik bunların hepsini Selman Efendi'den daha hızlı, daha istekli yapıyordu. İlk birkaç gün neredeyse sevinmiştik Selman Efendi'nin gitmiş olmasına. Ama işhanına giren insanların karşısına, Selman Efendi gibi birinin çıkması hepimiz için harikulade bir şeydi. Selman Efendi istenmeyen davetliler için sağlam bir duvar, özel misafirler için hoş bir karşılayıcıydı. Örneğin üst dairedeki inşaat mühendisinin obsesif bir müşterisi vardı, iki günde bir gelir, mühendise illallah ettirirdi. Sürekli işe müdahale eder, mühendisin yahu bir bitirelim de ondan sonra düzelteceğin yer varsa düzeltiriz demesine hiç aldırmazdı. Selman bey, eğer mühendis iyi gününde değilse ne yapar eder müşteriyi kapıdan çevirmeyi başarırdı. Soranlara da işhanının huzuru kaçmasın, huzur kalmazsa bereket de kalmaz derdi. 
Bu not da Selman Efendi'nin meziyetini gösteriyordu. Bir sabah fena halde akşamdan kalmayken alarmın sesiyle gözümü zar zor açıp uyanmaya çalıştım. Uyanmak, kalkmak, işe gitmek feci halde zor geldi bana. Ne yapacağımı düşünürken Selman Efendi'yi aramak geldi aklıma. Selman Efendi ben bugün öğleden sonra geleceğim, rahatsızım biraz, haber vereyim dedim. Peki gelenlere ne diyelim beyim? dedi. Bilmiyorum kapıya bir not falan asıver işte, dedim. Bu notun hikayesi bu. İlk bakışta bana da çok sıradan gelmişti. Ama mesajını, kimseyi küstürmeden ve açık kapı bırakarak ve gizemini koruyarak vermesi Selman Efendi gibi birinden bekleyebileceğiniz bir davranış değildi.

 Selman Efendi'ye mesaj attığımda biliyordum ki o mesaj okunacak ve gereği yapılacak. O nedenle rahatça uyuyabilirdim artık. Yarım şişe şarabı bitirmiştim. Romantik bir uyku çekebilirdim artık! Mutfağı olduğu gibi bırakıp yatak odama geçtim, soyundum ve yattım. Alarm kurmalıyım diye geçirdim içimden. Saat altıydı ve akşam rakı içecektim, o halde uykumu almalıydım. 8 saat uyusam öğlen 2'ye tekabül ediyor. Gündüz uykusu 8 saat yeter mi bana? Tabi ki yetmez. O halde, alarmımı öğleden sonra 4'e kuruyorum, telefonumu uçak moduna alıyorum ve yatıyorum.


Saat 2'de kendiliğimden uyandım. Uykumu almış hissediyordum. Mutfağa gidip dolabı açtım, yaklaşık bir dakika boş boş baktıktan sonra dolabı neden açtığımı unuttum, kapattım. Mutfak masasının üzerinden bir tane sigara alıp yaktım, o sırada ne kadar susamış olduğumu fark ettim. Buzdolabını açtım, su şişesini aldım, ağzıma dayayıp nefesim yettiğince içtim, kısa bir nefes molasından sonra, biraz daha içip şişeyi geri koydum. Şarap susatmış olmalıydı. Suyu içtikten sonra sigaramı, bıraktığım küllükten alıp mutfak balkonuna çıktım. Sigaram bitmemişti ki çok uykum olduğunu fark ettim. Sigaramı bitirip yatağa geri döndüm, komidinin üzerindeki telefonu elime alıp alarmları kontrol ettim, hepsi kurduğum gibi duruyordu. Telefonumu uçak modundan çıkardım ki, alarmları duyamayıp ya da susturup uyuyakalırsam birileri arayınca uyanırım diye. Tekrar uyanmam telefon çalmasıyla oldu. Neyse ki alarmmış. Bir an, korktuğum başıma geldi diye korktum. Telefonda birkaç cevapsız arama, birkaç mesaj vardı, baktım içlerinde Selim Bey var mı diye, yoktu. Kalktım, duş aldım ve çıktım evden. Ofise geldiğimde saat 6'ya geliyordu. Selman Efendi'yle merdivende karşılaştım, selam verip geçtim, acelem vardı çünkü. Gelen giden olsaydı Selman Efendi mutlaka söylerdi bana, sormama gerek yoktu. Çay ocağını arayıp çift kaşarlı tost ve ayran söyledim. Hay Allah Selim Bey'i aramalıydım! Önce tostumu yesem daha iyi olur diye düşündüm ve dosyayı bu sefer notlar alarak gözden geçirmeye koyuldum.

Bu işi başarırsam, daha geniş bir ofiste, randevularımı ayarlayan sekreterimle çalışabilirdim. Sosyal ortamlarda yaşam koçluğuna dair nutuklar atabilir, kendimi takdim ederken "yaşam koçu Asım Montelukast" diye övünebilirdim. Peki başaramazsam? Yerel gazetelere reklam vermeye devam! Montelukast Danışmanlıktan Büyük Başarı! Öğrencilerimiz en iyi üniversitelere yerleşti. Tam sayfa olsa daha fazla dikkat çeker sanırım.

27 Ağustos 2016 Cumartesi

hikayenin devamı


İki gün boyunca kafamda sadece Selim Bey'in profiliyle ilgili düşünceler vardı. Selim Bey çıktıktan sonra birkaç öğrenci uğradı ofise.


Öğrenciye verilecek danışmanlık hizmeti kolaydır. Öğrencinin dosyasını önünüze alırsınız, bir önceki gelişiyle şimdiki gelişini karşılaştırmak amacıyla birkaç soru sorarsınız, birkaç motivasyon cümlesi kurarsınız ve bir sonraki görüşmeye kadar dosyayı rafa kaldırırsınız. Düzenli dosya tutuyor gibi görünmeniz yeterlidir. Öğrenci size gelmeye ve kiranızı ödemeye devam etmek için kendini önemli hissetmek ister. Dosyaları karıştırsanız dahi sorun çıkmaz. Ali geldiğinde Fatma'nın dosyasını açsanız örneğin hiçbir şey değişmez. Tabi bir rehber öğretmen için aynı şeyi söyleyemeyiz. Onun öğrencilerle olan işi böyle hafife alınacak türden değildir. Esasında aynı işi yapıyorsunuzdur ancak yaptığınız işi bir öğrencinin geleceğini inşa etmek, hayat kurtarmak olarak düşünürsünüz. Ortamlarda, muazzam bir iş yaptığınızı anlatır, öğrencilerinizin kazandığı üniversiteleri afiş yaptırıp odanızın en görünen yerine asarsınız. Çünkü tutunmak için buna inanmak zorundasınızdır. Bu gurur elinizden alınırsa, hiç olursunuz.
Oysa yaptığınız iş, korkunç derecede rutindir. Yaratıcılığa mahal bırakmaz. Çünkü elinizdeki malzeme size işlenmiş olarak gelir, siz sadece işlenmiş, bantta ilerlemekte olan malzemeye aynı yönde bir kuvvet uygularsınız. Uyguladığınız kuvvetin bağıl enerjisi çoğu zaman anlamsız düzeydedir. Belli bir hedefe kilitlenmiş yüzbinlerce öğrenciden birkaçı size denk gelir. Siz, repliğinizi söyler geçersiniz.

Rehber öğretmenliği bırakıp yaşam koçluğuna geçişim, birikimimi ve yeteneğimi tatminkar bir alanda kullanma mecburiyetindendi. Depresyona girip ya da rutinin içinde değersizleşip kaybolabilirdim, neyse ki şimdi burdayım!
İki ay sonra, yaşam koçluğunda 3.yılımı kutlayacağım. Belki de başarısızlığımın 3.yılı. İlk yıl, yaşam koçu tabelasının ve kartvizitinin coşkusuyla geçti. Tebrikler, başarı dilekleri enteresan biçimde bana bir yıl yetti. İkinci yılım, dengeli bir yıldı. Mutsuzluğum ve umudum eşit seviyedeydi. Üçüncü yılımda artık tabela ve sıfatım değişmiş bir şekilde aynı işi yapıyor olduğumun tamamen farkındaydım. En azından denemiş olmamla övünmem de çok sürmedi. Selim Bey'in bu kapıdan içeriye girişi tam anlamıyla milattı benim için. Belki yeniden doğuş belki rehber öğretmenliği kabulleniş.

Arada birkaç öğrenci dışı müşterim olmuştu ancak yaşam koçluğum, yanlış yere geldiklerini anlatmak ve doğru yere yönlendirmekle kısıtlı kalmıştı. Bir tanesi, yeni emekli olmuş bir banka memuruydu. Emekli olması ve evde daha fazla zaman geçiriyor olmasına bağlı, eşiyle bir takım problemleri olduğunu, bir adaptasyon sorunu yaşadığını anlatmıştı. İlk başta sevinmiştim ancak konuyu detaylandırınca, yaşadığı sorunların, alışveriş listesini eksik alması, evde eşyalarını koyduğu yerde bulamaması, evden ne için çıktığını unutup geri dönmesiyle ilgili olduğunu anlattı. Bu belirtilerin demans başlangıcı olabileceği ve nöroloji doktoruna görünmesi gerektiğine kibarca ikna etmem dört seans sürdü. İki hafta sonra üzerinde teşekkür notu olan bir çiçek geldi ofisime. Çiçek sevmediğim için, apartman görevlisine, çiçeği almasını ve istediği herhangi bir yere koymasını söyledim. Notta "beni doğru yönlendirerek, hayatımdaki sorunların kaynağına inmemi sağlayan yaşam koçuma teşekkürler, imza Sadullah Kaynak - Emekli Banka Memuru" yazılıydı. Dört seansta tanıdığım ve anladığım kadarıyla bu not Sadullah Bey'in eşinin zoruyla yazdırılmış ve gönderilmişti. Notu, masamın sağ çaprazında duran biblo rafına, yazısı görünecek şekilde destekleyip koydum. Aman ne gurur! Ama sonuçta gerçek bir kişiden gelmiş, gerçek bir teşekkür notundan daha iyi bir reklam olabilir miydi? Hemen notun fotoğrafını çekip Asım Montelukast-Yaşam Koçu facebook sayfasında paylaştım. İki saatte 57 beğeni almıştı o fotoğraf. Ama gerçeği sadece ben, Sadullah Bey ve Nöroloji doktoru biliyorduk.

Diğer bir müşterim ise bana erken boşalma problemi olduğunu söyleyen otuzbeş yaşında bir erkekti. Benden beklentisi, psikanalitik metotlarla sorunlarını çözmemdi. Ona psikanalitik yöntemler için başvurabileceği birkaç yer olduğunu ancak sigorta tarafından karşılanmayan, pahalı ve uzun süren tedaviler olduğunu anlattım. Hayal kırıklığına uğramıştı. Çözümü benden bekliyordu. İlişki sırasında hüzünlü ya da iğrenç şeyler düşünmek gibi amerikan filmlerinden öğrendiğim birkaç yöntem önerdim ancak beklenen başarıyı elde edememişti. Yaşam koçluğunun onun beklentisinden daha basit bir şey olduğunu (ama çok önemli bir misyonu olduğunu) anlatmam iki seans sürdü. İkinci seansın sonunda benimle ilgili hayal kırıklıklarından bahsetmeye başladı. Ben de hayal kırıklığını biraz olsun gidermek anlamında, kendi kullandığım ilaçlardan önerebileceğimi ancak profesyonel yardım için üroloji ya da psikiyatri doktoruna gitmesi gerektiğini söyledim. Üniversitede, oda arkadaşım tıp öğrencisi olduğu için, hangi hastanın hangi branşa gitmesi gerektiğini iyi öğrenmiştim. Ancak adam, bunun için doktora ihtiyaç duymadığını söyledi. İlaç önerimi denemek istediğini söyledi. Kendi kullandığım SSRI sınıfı bir antidepresan önerdim ona. Ancak bu ilacın boşalmayı, ilişkiden aldığı zevki azaltarak geciktireceğini söyledim. İlacın etkisine göre; kendini vibratör gibi hissetmesi dahi mümkündü. Denemeye değer dedi, ilacın ismini not alıp gitti. Bir hafta sonra, teşekkür etmek için aradı. Görünen o ki çok memnundu. Demek ki tatmin edici bir cinsel ilişki yerine, erkek egosunu ayakta tutacak, partnerini tatmin edip kendini kahraman hissettirecek bir yöntem yeterliymiş onun için. Yüksek tutulan bir ego, karşılanmamış bir ihtiyacın boşluğunu fazlasıyla doldurabiliyor demek ki. İlk geldiğinde talep ettiği psikanalitik çözümün, ne kadar haklı bir talep olduğunu daha iyi fark ettim o zaman. Ama sorunları çözmek yerine üzerini örtmek neyse ki daha pratik. Yakında karısını aldatacağına bahse girerim!


26 Ağustos 2016 Cuma

Hikayenin başı




Geçenlerde ofiste oturuyorum. Kapı çaldı. Otuz yaşlarında bir adam geldi. Ben de isterim tabi bir sekreterim olsun, randevu sistemim olsun, kapım bu kadar sürpriz açılmasın ama yaşam koçluğu, henüz toplumda hakettiği ilgiyi görmüyor. 


Hem, insanların para ödemesi gerekiyor hizmet almak için. Sağlık sigortaları yaşam koçluğunu karşılamıyor. Sigorta karşılasaydı, kapının önünde birikmiş onlarca insan olurdu aslında. Komşusuyla kavga eden emekli amca, çocukları sözünü dinlemeyen teyze, pilavı tutturamayan abla, rüyasında ölmüş amcasını gören abi.... Hatta kapının önünde sıra kavgaları olurdu, arada bir de kapıdan uzanan yarım bir vücut "pardon daha çok bekleyecek miyiz" tribi atardı. 
Neyse ki sigorta sistemimiz yeterince gelişmemiş!


Kapıdan içeriye giren adam düzgün giyimli, dağınık saç ve kirli sakallı, az da olsa karizmatik duruşu olan biriydi.

-Merhabalar Asım bey, müsait misiniz? dedi. 20 metrekare odada, kapıdan bakınca müsait olduğum anlaşılıyordu zaten. Ama adam kibarlıktan sormuştu tabi. Ayağa kalktım, "tabi buyrun müsaitim" dedim ve oturması için masamın ön tarafındaki misafir koltuğunu işaret ettim. 
Oturdu ve direk söze girdi. Beni konuya giriş geriliminden kurtarmıştı bu davranışı. -Asım bey öncelikle kendimi tanıtayım, ismim Selim, 30 yaşındayım, doktorum, bekarım ve beni buraya getiren şey; mutsuzum. 
O anlatırken, ben önümde hazır duran A4 kağıda notlar alıyordum. "Selim/ 30y/ Doktor/ Bekar"
Tarzını sevmiştim, gereksiz detaylara girmemiş, doğrudan ihtiyacım olan bilgileri vermişti bana. İyi bir görüşmede görüşmeci detaya girmemeli bence, benim istediğim detayı, ben isteyince bana vermeli. Bunun aksini iddia eden hocalarım oldu okuldayken ama benim tarzım buna daha müsait. Neyse, şimdi bunu tartışmak istemiyorum, belki daha sonra. Böyle bir giriş beni memnun ettiği kadar kaygılandırıyordu da. Görüşmenin kontrolü benim elimde olmalıydı, yoksa, kendimi müşterinin siparişini hazırlayan mahalle bakkalı gibi hissetmek, özsaygımı korumamın önündeki en büyük tehlikeydi. 
Ama çok güzel anlatıyordu, o anlattıkça ben not alıyordum. Yalnız/ bağlanma problemi/ doğru insan arayışı/ güvensiz profil/ kısa süreli ilişkiler/ sağlam arkadaşlık ilişkilerinin olmayışı/ anne babayla problemler/ amaçsız yaşam.


Bir anlık suskunluğundan faydalanıp kontrolü ele geçirmek niyetiyle söze girdim, peki Selim bey, amaçsız yaşadığınızı söylediniz, sizi mutlu eden şeyler nelerdir? Beklentileriniz neler? Bunlar üzerine biraz konuşmak ister misiniz?

Birazcık düşündü ve sonra
-Nereye varmak istediğinizi anladım ancak maalesef konu bu kadar basit değil. Bazen mutlu, huzurlu, dingin bir hayat özlemi duyuyorum; sonra bu özlem geçiyor, serseri gibi yaşamak istiyorum. Sonra o da geçiyor, sizin az önce sorduğunuz soruyu kendime soruyorum. Kendimden sıkılıyorum. Sanki ergen bir çocuğum varmış da onunla ilgileniyormuşum gibi. Beni mutlu edecek şeyi bulamamış olmak mı problem? Hayır! Beni Mutlu eden, tutkuyla sarıldığım şeyler var, bazen bunlara çok yaklaşıyorum ama ne oluyor? Motivasyonum kayboluyor. Dağılıyorum, odaklanamıyorum. Sanki bir an gaza gelmişim sonra sönmüşüm gibi oluyor. 
Depresyon mu? Evet. Değişik ilaçlar kullandım. Hayır hayatımı düzene koymak gibi bir beklentim olmadı o ilaçlardan. Biliyorum bir boka yaramadıklarını. Amacına uygun kullandım ama bütün o ilaçları, etrafımdaki insanların hayatını kolaylaştırmak için. 

Oldukça doluydu Selim bey. Susmadan bir ton şey anlatmış ama düzenli bir şekilde anlatmıştı. Ancak görüşmenin kontrolü tamamen elindeydi. Birazdan ikiyüzelli gram peynir istese hemen tartacak pozisyondaydım ben de. Enteresan olan, bu durumun beni rahatsız etmiyor oluşuydu. O anlatırken ben heyecanlı bir şekilde not alıyordum. Heyecanımı belli etmemeye, serinkanlı durmaya çalışıyordum. Sanırım anlatacaklarını bitirmişti, benim söze girmem için susuyor, kısa aralıklarla yüzüme bakıp gözgöze gelince etrafı inceliyor gibi yapıyordu. Gözümün içine sürekli bakıp "bir şey demeyecek misin" baskısı kurmamaya özen gösteriyordu sanırım. Kafamdaki düşünceleri toparlayıp, notlarımı gözden geçirip söze girdim.

-Yeterince not aldığımı düşünüyorum Selim Bey. Şimdi eğer farklı bir beklentiniz yoksa sizinle bir plan yapalım.

-Farklı bir beklentim yok tabi ki. Tekrarlayan çabalarla çözemediğim problemlerimi belki sizin pozisyonunuzdaki birinden yardım alarak çözebileceğim umuduyla buraya geldim. Çok iyi arkadaşlarım oldu ancak takdir edersiniz ki aklı başında hiç kimse, kendi hayatını bir kenara bırakıp, sizin hayatınızı toparlamaya adamaz kendini. Anne, baba, bazen sevgili bunu yapmaya çalışır ama hiç profesyonel değildir, üstelik kendi konumsal çıkarlarını korumak önceliğinden vazgeçemez. "Ben senin için çabalıyorum" diye vicdan yaptırmadan benim için çabalayan biri olsun istedim. Kadın erkek eşitliğinde büyük aşamalar kaydedildi. Kölelik de kalkalı çok oluyor. Sanırım dedim, bir yaşam koçu bulmalıyım. Araştırdım, sizi buldum.


Susmak niyetinde değil sanırım diye düşünüp araya girdim. "Evet haklısınız, peki benimle çalışmak istiyorsunuz ki buraya geldiniz, planımızı oluşturalım mı? 


Birazcık düşündü, sanırım söyleyeceği şeyi kırıcı olmadan nasıl söyleyeceğini tartıyordu.

-Ben size ihtiyaç duyuyorum, o nedenle burdayım, sizin için ilgi çekici olup olmadığımı anlamanız için size hayatımla ilgili birtakım detaylardan bahsettim. Ancak bir iş anlaşması yapacaksak, beni buraya getiren detaylardan fazlasına ihtiyacım var. Takdir edersiniz ki, sizinle hayatımın tüm detaylarını paylaşacaksam, aramızda bir güven ilişkisi oluşmalı. Kendimi rahat hissedersem ikimiz de rolümüze adapte olabiliriz. Yoksa ben sizden rol çalmaya devam ederim, sizin işinizi yapmanız zorlaşır. Bu da ikimiz için de iyi olmaz. 
Son cümlelerini söylerken, yüzünde ufak bir gülümsemeyle başlayan ve sonunda beni de tebessüme davet eden bir mimik akışı kullandı. Bitirmişti ve ikimiz de gülümsüyorduk. Bu adam yaşam koçu olmalıymış! Üstelik her şeyin de farkında. Benim, kontrolü ele geçirmem gerektiği görüşünde olması beni rahatlatıyor. Sanki kafamdan geçenleri okuyor.


Ne demem gerekirdi? "Kesinlikle haklısınız, güven ilişkisi şu anki pozisyonumuzda çok önemli. Size güven verebilmek için ne yapabilirim Selim Bey?" 

Hayır! Böyle demek beni çok çaresiz göstermez miydi? Bu ilişkinin başında kontrolü elime alamazsam, kontrolü bana vermek istese bile bunun ne zaman olacağı benim kararıma bağlı olmalıydı. Yoksa bu ilişki yürümezdi. Gülümsememi ciddiyete yavaşça devşirip konuşmaya başladım. 


-Tabi ki Selim Bey, güven ilişkisi önemli, ancak takdir edersiniz ki profesyonel bir iş yapıyorum, güven ilişkisi kurmak da bu profesyonelliğin bir parçası, profesyonel kurallar çerçevesinde, güven ilişkisini de kapsayan bir plan oluşturalım. 


Aslında işler kesattı. Rest çekecek pozisyonda değildim. Bu iş yaşam koçluğu kariyerim için çok kıymetliydi üstelik. Hem iyi bir malzeme hem de başarılı olursam fevkalade bir referanstı benim için. Israrla, konuyu plan oluşturalım noktasına getirmem de heyecanımdandı. Bu adam bir an önce burdan gitsin, ben de notlarıma kapanıp çalışayım istiyordum. Çaresiz görünmemem gerekiyordu. Çaresiz birine güvenip, hayatınızı emanet etmezsiniz değil mi? Üstelik bana gelip bu kadar kendinden bahseden bir adam, sırf ego savaşı yüzünden kalkıp gidemezdi değil mi? Peynir tartan mahalle bakkalı pozisyonuna düşmeme kaygısıyla hareket ediyor olmam, onun içinde iyi bir şeydi. Evet, güven ilişkisi... Çok önemli.. Güvenin nasıl inşa edileceği konusunda kararı ben vermeliydim. Normalde nasıl yapıyordum bunu? 

Farkettim ki "normalde" diye bir şey yok aslında. Şu ana kadar bu tarz bir müşterim olmamıştı çünkü. Üniversite sınavına hazırlanmakta motivasyon sorunu yaşayan ve çoğu aile zoruyla getirilmiş lise öğrencileri, meslek seçimi konusunda kafası karışık üniversite adayları müşterilerimin çoğunluğunu oluşturuyordu. Bu yüzden, dersanede rehber öğretmenliği bırakıp, yaşam koçu olmam hayatımda çok değişiklik yaratmamıştı. İşte bu adama kadar!

Bir cevap bulamamıştım. Aslında bulmuş gibi hissediyordum. Dilimin ucundaydı da söyleyemiyordum sanki. Birkaç anlamsız dudak ve dil hareketim olmuş ancak bir kelime dahi çıkaramamıştım. Selim bey araya girdi. 

-Tabi ki sizin profesyonel ve tatmin edici metotlarınız vardır. Sizin için mahsuru yoksa ben bir öneride bulunmak istiyorum. Bir akşam yemeği yesek beraber, eğer tercih ederseniz rakı eşliğinde, bildiğim çok iyi bir balık restoranı var. 

Sözünü bitirmiş, cevap bekler şekilde bana bakıyordu. Düşünecek çok zamanım yoktu, üstelik, benim profesyonel egoma bu kadar hassas davranan birine hayır demek, ukalalık olurdu. Hayır desem alternatif bir önerim de yoktu. Hem rakı, birbirimizi daha iyi tanımamıza olanak sağlayacak bir içkiydi. Biraz düşünür gibi yaptım. Yarım ağızla, -tabi ki... Uygundur Selim bey. 

-Teşekkür ederim kabul ettiğiniz için, bu akşam uygun musunuz peki? 

-Yarın akşam olsa?

-Peki anlaştık. 

Aslında bu akşam işim yoktu ancak kontrolü birazcık elimde tutmak için sanırım, gayriihtiyari bir direnç gösterdim. Hem daha iyi oldu, yarına kadar çalışıp gelirim. 

-Yarın sizi arıyorum o halde, kartvizitteki numaradan ulaşabilirim değil mi? 

-Gayet tabi. 

Ayağa kalktı, ben de ayağa kalktım. Keşke önce ben kalksaydım ayağa, ama misafir değil mi o? Ah bu egom. Nezaket kurallarını unutturuyor bana bazen! 

-O Zaman ben müsaade istiyorum Asım Bey, çok teşekkür ediyorum zaman ayırdığınız için. Yarın görüşmek üzere. 

El sıkıştık ve gitti. 


Bir sekreterim olmayışının, randevularımın olmayışının bu tür avantajları vardı. Yoğun bir yaşam koçu olsaydım, bu görüşme için bir ücret ödeyerek gelmiş olacaktı Selim bey. Yarın akşamki yemekte de aklının bir köşesinde, ödediği ücret olacaktı ve ücreti hakedip haketmediğimi düşünecekti. Ben de aynı baskı altında olacaktım muhtemelen. Neyse ki bir sekreterim yok ve popüler değilim!
Yarın akşama iyi hazırlanmalıydım.