Translate

29 Ağustos 2016 Pazartesi

Büyük Gün, Selim Bey'le randevu (2.bölüm)

Telefonum çaldı. Rehberimde kayıtlı olmayan bir numara arıyordu.
-Buyrun
-Asım Bey?
-Benim buyrun
-Merhabalar Asım Bey, Selim ben, hatırladınız mı?
-Merhaba Selim Bey, esasen ben de sizin aramanızı bekliyordum, dalmışım biraz kusura bakmayın.
-Estağfurullah efendim, ne demek, siz kusura bakmayın, geciktim biraz aramakta. Planınızda bir değişiklik yoksa saat 8 için Marina Restoranda rezervasyon yaptırdım, Marina'yı biliyorsunuz değil mi?
-Evet biliyorum, herhangi bir değişiklik yok, sözleştiğimiz gibi.
-O halde akşam görüşmek üzere.
-Görüşmek üzere Selim Bey, teşekkürler.
Telefonu kapattım, tam olarak bir saatim vardı. Restoranın yerini biliyordum ama tercih ettiğim bir yer değildi. Yabancılık çekecektim yani! Eve geçip duş aldıktan sonra restorana gittim. Saat tam 8'de ordaydım. Kapıda duran görevli hoşgeldiniz, buyrun efendim, rezervasyonunuz var mıydı? diye sordu. Ben o sırada kapıdan görüldüğü kadarıyla mekanı kesiyordum. Bir yandan kapıdan içeriye doğru giriyor bir yandan da görevli gence cevap veriyordum. Henüz Selim Bey'i görememiştim. Evet, Selim Bey'le buluşacaktık, dedim. Görevli genç Selim Bey'i tanıyor olacak ki, başka soru sormadan, beni doğrudan Selim Bey'in masasına yönlendirdi. Hay Allah! Gözümün önündeymiş halbuki!

Selim Bey'in masasına yürüdüm, selam verdim, tokalaştık, oturdum. Şef garson olduğunu sandığım orta yaş, kilolu bir adam, siparişleri almak üzere geldi. Güleç yüzlü, sempatik bir adamdı. Böyle mekanların vazgeçilmezlerinden. Elinde kağıt kalem olduğu halde Selim Bey'e dönerek,
-Misafirimiz geldi sanırım, başka gelecek var mı doktor bey, alalım mı siparişleri?
-Hayır iki kişiyiz dedi Selim Bey.
-Rakı içiyoruz değil mi dedi ve onaylatmak üzere bana da kısa bir bakış attı.
-Evet tabi ki dedim.
Garson önce bana sonra Selim Bey'e bakıp, o zaman ellilik getiriyorum, uygun mudur efendim?
-Sen işini bilirsin şefim, dedi Selim Bey.
-Meze ne getirelim? Dolaptan seçmek isterseniz ben yardımcı olayım.
Selim Bey bana baktı, bende bir hareketlenme göremeyince garsona dönüp:
-Şefim hiç kaldırma bizi, Asım Bey'e soralım sonra eksik kalırsa ben tamamlarım dedi.
-Peynir, tereyağlı karides, ahtapot, zeytinyağlı mümkünse, acılı ezme varır, bir de varsa girit ezmesi. Peynir hariç her mezeden sonra garsona bakıp onay alıyordum. Sanırım bu kadar yeter deyip, bir bakışla Selim Bey'e pasladım mevzuyu.
Selim Bey hafif gülümsedi, onaylar bir bakış attıktan sonra garsona dönüp
-Şefim, şakşuka, barbunya, biber borani, bir de otların üzerine sarımsaklı bir sos yapıyorsunuz ya ondan alalım. Şimdilik yeter sanıyorum.
Şef bütün hepsini not aldıktan sonra önce mekanın kalabalıklığına vurgu yaparcasına etrafa sonra bana sonra da Selim Bey'e bakıp "balık ayırtayım mı efendim, kalmayabilir sonra, taze levrek var, çipura var?" Selim Bey bana baktı.
-Ben geç kahvaltı yaptım, mezeler yeterli gelir sanıyorum
-Ben de aynı dedi Selim Bey. Kısmet diyelim şefim, şimdilik rakımız mezemiz olsun yeterli.
Şef tamam efendim dedi, sonra garsona işaret yapıp yanına çağırdı, elindeki listeyi dip koçanından koparıp garsona verdi, uzaklaştı.

Rakı geldi, dolduruldu, buzlar koyuldu derken ikimizin de kendini rahat hissettiğim bir ortam kurulmuş oldu. Selim Bey bana dönüp, Asım Bey ben rakıyı şalgamla içerim, siz ister misiniz?
-Teşekkürler, benim için su ve buz yeterli oluyor dedim. 
Selim Bey garsonun işini bitirip başka bir isteğiniz var mı diye sormasını bekliyordu sanırım
- Şefim sen bana bir de acılı Şalgam getirir misin
-Tabi efendim dedi ve gitti.
Tabaklara peynirler konulmuş, rakıların buzu birazcık erimiş kaldırılmayı bekliyordu. Selim Bey ev sahibi olarak kadehini kaldırdı ve "tekrar merhabalar Asım Bey, tanışmamıza içelim"
Kadeh tokuşturup birer yudum alıp bıraktık. 

Nasıl bir konuşma olacak gerginliğindeydim. Her ne kadar tarafsız bir mekanda buluşmuş gibi olsak da ortada yeterince somut kanıtı bulunmayan bir misafir ev sahibi ilişkisi vardı. Kendimi tamamen Selim Bey'in insafına bırakmak zorunda mıydım? "Asım Bey size birkaç sorum olacak" diye bir giriş yapsa, içine gireceğim haleti ruhiye, eski karımın, annemin, babamın, müdür yardımcısının açığımı yakalamış da beni sorgulayan anılarımdakinden farksız olacaktı. Bu görüşmeyi kabul etmem bu riskleri kabul ettiğim manasına mı geliyordu? Selim Bey saçma sapan bir espri yapsa gülecektim, hüzünlü olduğunu sandığı komik bir hikaye anlatsa, ah vah yapacaktım. 

-Asım Bey evli misiniz? diye giriş yaptı. Ah bu Selim Bey, ne kibar adamdı. Soruların geleceğinden şüphe yoktu zaten, ama bu kadar beni rahatsız etmeyen bir üslupla sorulması içimi rahatlattı. 
-Hayır Selim Bey, 3 defa evlendim, 3 defa boşandım. Sözümü gülümseyerek tamamladım. Selim Bey'in de beklediğim üzere gülümsemeye eşlik etmesi gerilimimi iyice azalttı. Kötü tecrübelerimden olsa gerek bu tür konuşmalarda sürpriz tepki ihtimali beni hep korkutmuştur. 
-Hayli ilginçmiş, peki merakımdan soruyorum, nasıl tanımlıyorsunuz bu durumu?
-Evet, bugünden geriye bakınca enteresan görünüyor, "kandırıldım".
Araya espri katmak, kendi gerilimimle mücadeleni kolaylaştırıyordu. Beklenen gülümsemeler sonrası Selim Bey hafif ciddileşerek
-Hayır aslında o manada söylemedim. Şöyle ki sizin apartmanda oturan Ayşe teyzeye sorsak "Asım Bey'in üç başarısız evliliği oldu" diye tanımlar
-Aslında hepsinin ayrı öyküsü var. Ben Ayşe teyze gibi genelleme yapamayacağım, yaşayan bilir. Size anlatmaktan keyif alacağımı düşünüyorum, ancak baştan uyarayım hikaye biraz uzun, dinlemek isterseniz anlatayım. 
-Lütfen
-İlk evliliğimde gelenekselliğin etkisindeydim. Hani bir liste var ya, üniversite, askerlik, iş, evlilik, çocuk diye gidiyor. Listede sırada evlilik vardı ben de sıradan devam ettim. Çocuğu da ihmal etmeyecek kadar uzun sürdü, bu gelenekselliğin etkisinde kalmam. Ama çocuk başka bir şey, harika bir şey!

Aslında defalarca kez cevap verdiğim/vermek zorunda kaldığım bu soruyu, belki de ilk defa bu kadar istekli cevaplıyordum. Selim Bey ilgiyle dinliyordu ve bu durum anlatma isteğimi arttırıyordu. Enteresan biçimde samimi bir bağ hissediyordum şu an Selim Bey'le aramda.

-Sonra yürümedi. Zeynep için aynı değildi durum. Belki de problem buydu. O, geleneksellikle arasında kutsi bir bağ kurmuştu. Bir hedefe odaklanmıştı. Programlanmış bir makine gibi. Listeyi tamamlamış olmakla gurur duyuyor, ek görevlere geçmek için sabırsızlanıyordu. "ev alalım, yazlık alalım, daha büyük ev alalım"
Zeynep'le konuşmaya çalıştım, anlatmaya çalıştım, ikimiz için de iyi olan nedir beraber karar verelim demeye çalıştım ama çalışmakta olan bir çamaşır makinesinin kapağını açmaya çalışıyordum sanki! Programlanmıştı çünkü, tam otomatikti. Çabalarım sonuç vermedi. Hayır dedim, bu benim hayatım değil. Çocuğum üç yaşındaydı, kucağıma aldım, gözlerinin içine baktım, "istemediği bir hayatın içine sıkışmış, mutsuz bir adamın kızı olmak ister misin?" diye sordum. Sonra ayrıldık.

-Hikaye gittikçe enteresanlaşıyor. Bu hikayenin devamında iki evlilik daha var yani!
-Evet Selim Bey, evlilik fena halde bağımlılık yapıyor!
İkimiz de güldük "O halde bağımlılıklarımıza içelim" diyerek kadeh kaldırdı Selim Bey, kadeh tokuşturup sağlam birer yudum aldık rakılarımızdan. Sonra devam ettim.

-İkincisi aşk evliliğiydi. Aslında kafamda evlilik düşüncesi yokken oldu. Bir yıl aşk yaşadık Melis'le. Son derece dengeli bir ilişkimiz vardı, üstelik aşıktık. Sonra, birlikte yaşamaya başladık. Ayrı kaldığımız evlerdeki eşyaları sentezleyip yeni bir ev oluşturduk. Altı ay aynı evde kaldık. Her şey muhteşemdi. Hayatımın en güzel altı ayıydı diyebilirim. Sonra çocuk yapmak istedik. Bunun için evlenmemiz gerektiğinin ikimiz de farkındaydık. Evlilik prosedürleri biraz yıprattı bizi. Ailelerle tanışma, aileleri tanıştırma, evimiz, eşyalarımız, işlerimiz konusunda ailelerin beklentileri... Kimseyi kırmak istemiyorduk. Nasıl olsa düğün telaşı, düğün bitince herkes kendi hayatına döner diye düşünüyorduk. Ama öyle olmadı. Evlendikten sonra ilişkimize "kayyum" atanmıştı adeta. Benim ailem, Melis'in ailesi... Aramızda olup biten her şey, herkesi ilgilendiriyordu. Ne kadar işsizlermiş! Anneler babalar yetmedi, halalar, amcalar, teyzeler, dayılar girdi işin içine. Kimseyi kırmak istemiyorduk. Bu yüzden iki sülale bir olup ağzımıza sıçtı. Sonra, zaten ortada aşk falan kalmadı. Çocuk  yaşına gelene kadar dayandık ve ayrıldık.

-Yazık olmuş aşka. Peki ayrılmaktan başka çözüm yok muydu?

-Ah keşke Selim Bey. Gelinen noktada zaten başka insanlara dönüşmüştük. İnsanları ve birbirimizi memnun etme telaşı, dengeleri gözeterek yaşamak, bizi olmadığımız insanlara dönüştürmüştü. Hep gergin, hep kaygılı.. Sürekli izleniyorduk ve seyirciyi memnun etmeliydik! Birbirimize sevgiyle bakamaz olmuştuk. Bir insana başka biçimde bakmaya başlıyorsun, o da sana.. Bunun geri dönüşü olmaz sanıyorum!

Üçüncüsü ise tamamen anlaşmalı bir evlilikti. 35 yaşına gelmiş, hayatın gerçekliğini tam anlamıyla kavramış bir kadın vardı hayatımda. Selin. Birbirimizden hoşlanıyorduk. Çocuğu olsun istiyordu. Bense ilişki kavramına kaygıyla bakan bir insana dönüşmüştüm. Evlenelim, çocuk yapalım, sonra ayrılırız dedi. Dediğimiz gibi yaptık. Çocuk 2 yaşına gelince ayrıldık.

-Şimdi doğru yere geldiğimi bir kez daha anladım Asım Bey. Muhteşem bir birikiminiz var.
kahkahalarla güldük. Bu arada ikinci dubleleri bitirmek üzereydik. Selim Bey, ofisime geldiği günkü ve bu akşamın başındaki Selim Bey'le karşılaştırıldığında istediğini almış görünüyordu. Benim de kafamda sorular vardı, madem güven ilişkisi kuracaktık, sormalıydım.

-Peki siz neden bana geldiniz Selim Bey?
-Siz neden olduğunu düşünüyorsunuz?
-Tamam açık konuşayım, akıllı bir adama benziyorsunuz, akıllı adamlar genelde beni seçmez. (Son cümlemi biraz düşündüm). Genelde değil aslında, şimdiye kadar hiç seçmedi.
Selim Bey benim gülümsememle birlikte, bu sefer temkinli bir kahkaha patlattı.

-Aslında sizi bir süredir takip ediyorum. Bir arkadaşımın çocuğu size geliyormuş. Onlar anlatırken şahit oldum, ilgimi çekti ve biraz araştırma yaptım. İhtiyacım olan şeyin sizde olduğunu düşündüm. Yanılmamışım.

Cevap beni tam anlamıyla tatmin etmemişti ancak bunu ifade etmek saygısızlık olurdu. Zamana bırakalım diye geçirdim içimden.

Çocuklarımdan, eski karılarımla görüşmelerimden bahsettim sonra. Muhabbet çok güzel gidiyordu ama Selim Bey ertesi gün nöbetçi olduğu için erken kalkması gerekti. Hesabı istedik, hesabı kendisi ödemekte ısrar etti, kırmadım ben de. Sonra kahvelerimizi içip kalktık.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder